Chopin’in akciğer hastalığı ile ilgili çok sayıda söylenti vardır. Chopin gözden kaçan diğer yakınmaları arasında görsel varsanılar yanında tanıdık kişi ve çevresine yabancılaşma da bulunmaktadır. 1848 yılında Manchester'da bir konser sırasında aniden konseri kestiği görülmüş (2 numaralı sonat, op 35) ve salonu terk edip, bir süre sonra geri dönüp, hiçbir yorum yapmadan konsere devam etmiş. Piyanodan çıkan yaratıklar görüp, korktuğu için ara vermiştir ve bu durum ilk değildir. Chopin daha önce başka bir konserde piyano çalmayı kesmiş, çığlık atıp, kısa bir süre donup, şaşkın bir halde kalmış ve korkulu bir görünüm sergilemiş, sonrasında hızla sakinleştiği gözlenmiş. Bir başka seferinde ateş ve kanlı öksürüklerle bitkin bir halde hasta yatarken, kapının çalınma sesi duymuş, ölümün yatağının kenarına geldiği şeklinde görsel varsanıları olmuş. Bunlar rüya benzeri durumlar olup, kısa sürede gerçekliğe dönüş sağlanmış. Chopin bu nöbetlerin oluşturduğu görüntülerin gerçek dışılığı konusunda kısmi farkındalığa sahipmiş. Felç vb nörolojik bir kusuru bulunmamıştı.
Bazı dönemler görsel varsanıları, Liliputiyen algılar şeklinde bulunmaktaymış. Etrafındakiler normalden küçük görünüyormuş (mikropsi, Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri”nde olduğu gibi küçük insanlar). Bu şekildeki nöbetleri aslında temporal lob epilepsisinden kaynaklanmaktaydı.
Büyük besteci F-major piyano konçertosunu icra ederken birkaç saniye süreyle birkaç notayı atlıyor ve dinleyiciler bunu fark etmiyor. Bundan bir gün önce de provada neredeyse podyumdan düşecek gibi oluyor, iki ay sonra berberdeyken otuz saniye süreyle bilinç kaybı yaşadığı gözleniyor. Bunların yanık lastik kokusu hissetme sonrası tetiklendiği ifade ediliyor. Daha sonraları giderek artan migren tipi baş ağrıları çekmeye başlıyor. Gershwin koku varsanıları, başağrıları, sersemlik hisleri yaşamaya devam ediyor, sonunda piyano çalmayı engelleyecek derecede motor işlev bozukluğu gelişiyor. 1937 yılında bilinç kaybı ile hastaneye başvuruluyor ve tansiyonunun çok yükseldiği gözlemleniyor. Operasyon sırasında Glioblastoma multiforme tipinde beyin tümörü saptanıyor. Operasyondan beş saat sonra hayatını kaybediyor.
Van Gogh’un eksantrik kişiliği dillere destan olup, bunun bir takım hastalıkların sonucu olduğu ölümü sonrasında ileri sürülmüş. Bununla birlikte belirgin düzeyde kurşuna maruz kalması göz ardı edilmemeli. Bu ağır metal günlük hayatımızın pek çok alanında karşımıza çıkar, şarap kurşun ile muameleye tutulur, boyalar, tütün, kömür tozu ve kurşun borulardan geçen şehir suyu gibi. Van Gogh bunlardan daha zararlısını da yapmıştır, kurşun yemek gibi.
Resimlerde kullandığı kurşun içeren boyaları yemiş, fırçasının kıllarını inceltmek için dudaklarını ve ağzını kullanıyormuş, boya ile kirlenen ellerini yalayıp, lambadaki gaz yağını içiyormuş. Fiziksel belirtilerinin pek çoğu kronik kurşun zehirlenmesine atfedilebilir. Van Gogh fakirdi, sıklıkla açtı ve malnütrüsyon düzeyinde zayıftı, belki de demir eksikliği anemisi vardı. Demir eksikliği olan çoğu hasta pika sendromu sergiler, normalde yenmeyen nesneleri yemek (toprak, cam vb gibi) söz konusudur. Kurşunun sürekli olarak vücutta birikimiyle periferik nöropati gelişir. Buna radial sinir felci de dahil olup, sonucunda ünlü ressam fırçasını tutmakta bile çok zorlanmaya başlar. Görsel ve motor koordinasyon azalır, sonuçta bu durum eski yapıtlarından farklı olarak son yapıtlarında ressamın fırça darbelerinin farklılığını açıklamaktadır.
Nobel edebiyat ödüllü Amerikalı yazar Hemingway’in ağır fiziksel ve ruhsal yaraları, yaşla birlikte artıp, dramatik sonuna yol açmıştır. Ailesinde intihar için çok fazla risk etmeni mevcuttu. Otoriter babası şiddetli duygu durum değişmeleri sergilemekteydi ve tabanca ile kendini öldürdü. Kız ve erkek kardeşleri intiharla öldü, büyük ablası olasılıkla depresyonlar yaşıyordu. Hemingway hırslı bir karakterdi, dürtüsel bir kişi olup, sıklıkla çocukça ve ben merkezci davranışları vardı. Aynı zamanda yetersizlik hisleri ve kendinden memnuniyetsizliği söz konusuydu. Sevimli ve şefkatli Hemingway yıllar içinde aniden agresif olmaya başladı, duygusal düzen sorunları nedeniyle borderline sınır kişilik bozukluğu olduğu düşünülmüştü (aslında belki de bipolar bozukluktu), ek olarak alkolizmi vardı ve sanrıları gelişmeye başladı 1961'de dört gün içinde üç kez intihar girişiminde bulundu. 62 yaşgününe birkaç hafta kala tüfekle kendini vurdu.
18 yaşında öğrenciyken ağır bir otobüs kazası geçirmezse belki de asla ressam olamayacaktı. Bir demir parçası Kahlo'nun sol kalça kemiğini parçalayıp, karnından çıktı, çok kan kaybetti, yürüyüp yürüyemeyeceği şüpheliydi Omurgası üç yerden kırılmıştı, sağ bacağında onbir kırık, kaburgalarında iki kırık vardı, sol ayağı ve sol omuzu çıkmıştı. 6 yaşında geçirdiği çocuk felci nedeniyle sağ bacağı daha zayıftı. Daha sonraları olasılıkla geçirdiği kaza nedeniyle, düşükler yaptı. Aylarca alçılar içinde yatmak zorunda kaldı, alçı, deri ve demirden korseler giymesi gerekti. Yatakta yatarken sıkıntısını gidermek için resim yapmaya başladı. Annesi, yatarken resim yapabilmesi için özel bir takım gereçler buldu. Resim alanında pek çok şeyi, ressam olan eşind en öğrendi. Eserlerinde kendi portrelerini yaptı; acı, kırılganlık ve ölüm temalarını kullandı.
Moby Dick romanının yazarı, (beyaz balina avına çıkan Kaptan Ahab’ın anlatıldığı roman) edebiyat dünyasının en önemli romanları arasındadır. 1851'de Moby Dick’in basımı sonrasında ruhsal ve fiziksel belirtiler göstermeye başladı. Genç yaşlarında bitkin düşünceye kadar roman üzerinde çalışırken saatlerce süren coşku hali gösteriyor, aşırı bir sinirlilik içinde yazıyordu. Hipomani ve depresyon şeklinde atakların söz konusu olduğu bipolar bozukluk belirtileri gösteriyordu. Ek olarak şiddetli baş ağrıları, sırt kol ve bacak ağrılarından yakınıyordu. Boyu 1849-1856 arasında üç buçuk santim kısalmıştı, gözlerinde ağrılı ışık parlamaları, ışıaı hassasiyet vardı. Şimdi geriye dönük yakınmaları dikkate alındığında ankilozan spondilit (Becterew hastalığı) olduğu düşünülmektedir.
Orwell (Eric Arthur Blair) Hayvan Çiftliği ve 1984 gibi çok tanınmış romanların yazarıdır. Bu romanları yazarken sağlığı ciddi bir şekilde tehdit altındaydı. Çocukluğundan beri bronşit ve kronik öksürük yaşamaktaydı, gençliğinde tüberküloz geçirdiği düşünülmektedir. Kötü şartlarda yaşayıp (ki bu dönemlerde “Paris ve Londra'da beş parasız”, “boğulmamak için” gibi romanları söz konusudur) sıkça pnömoni (zatürre denen akciğer hastalığı) yaşamıştır. Malnütrüsyon düzeyinde aşırı zayıflık ve fazla sigara kullanımı hayatını etkilemiştir. İspanya sivil savaşında (bu dönemde Katolonya'ya selam adlı romanını yazdı) boynuna kurşun isabet etmişti. 1945'te Paris'e savaş muhabiri olarak gittikten kısa süre sonra eşini kaybetti. İçine kapanarak, bir İskoç adasında 18 ay elektriksiz ve sıcak su olmadan zor şartlarda yaşadı. Orada kanlı öksürükler, ateşler içinde çok kilo kaybetti. 1984'ü orada yazdı. Sol akciğerin alt bölgesinde tüberküloz lezyonu vardı, tedavi sonrasında frenik sinirin hasarı ile bir akciğeri söndü. Bu dönem başlanan streptomisinin tedavisi ile Lyell sendromu denen alerjik reaksiyon gelişti ve bu tedavisi sonlandırıldı. 1984'ü bitirdikten 6 ay sonra hayatını kaybetti
Marcel Proust- astım nevroz zannedildi (1871- 1922)
Fransız yazar çocukluğundan beri bronşiyal astım yaşamaktaydı, ancak bu durum o zamanlar sinirsel bir durum sebebiyle oluştuğu düşünülmekteydi. Bu yüzden hep nörologlardan tedaviarayışı içindeydi. Babası nörolog olduğundan, Marcel’in kötü yetiştirilme ve aşırı koruyucu
anne yüzünden nevrasteni geliştirdiğini düşünüp, astımın bu durumun sonucu bir görünüm olduğuna kannat getirmişti. Kendisini kaygı giderici ilaçlarla tedavi etmeye çalışmış, sonraları Paris'te bir klinikte 3 aylık izolasyon tedavisine girmek istemişti. Hastaneye girdiğinden daha
hasta olarak çıktı.
Ünlü İrlandalı yazar ve gazeteci Oscar Wilde’ın erken ölümü, uzun yıllar cinsel hayatı ve sifilize bağlanmıştı. Cinsel tercihleri nedeniyle 1895-97 yıllarında cezaevi hayatı sırasında giderek artan sağırlık ve tekrarlayan sağ kulak akıntısı çekmeye başladı. Sonunda kulak apsesi ve kulak zarı yırtığı ile tamamen işitme kaybı gerçekleşti. Karbolik asit kullanarak günlükyıkamalarla hafifçe toparlıyordu. Sonraları kolesteatoma (kulak zarında büyüyen ve kemiklere zarar veren selim bir tümör) oluştu. 1900'de bir otelde kalmaya başladı. KBB uzmanlarınca izlenmesine karşın masteoid kemiğine yayıldı. Kaldığı otel odasında cerrahi girişim yapıldı. Henüz antibiyotikler keşfedilmemişti, enfeksiyon gelişmesi sonrası otele girişinden 10 hafta sonra meningoensefalit sebebiyle hayatını kaybetti.
Psikanalizin babasıdır. Ağır hastalığına rağmen sekseninci yaşına denk çalıştı ve hasta tedavi etti. Ağır sigara içicisiydi. 1923'te ağrılı diş eti şişmesi nedeniyle hastaneye yattı, tamamen iyileşeceğini düşünüyordu, ancak aslında ileri düzeyde skuamöz hücreli karsinomu vardı. Operasyon ile sağ taraf üst ve alt çenesi alındı, birkaç ay sonra sağ yumuşak damak, yanak ve ağız mukozasının çoğu da çıkarıldı. Ağzına protez uygulandı. Yemek ve konuşmak çok zorlanarak gerçekleşiyordu, puro içmek de buna dahildi. 1936'da 80 yaşındayken tekrarlayan tümöral oluşum sonunda ağız bölgesinden başka kemiklerin de çıkarılması gerekti. Ağız ve burun bölgesinde ağrılı yaraları vardı. Durumu ağırlaşınca doktoruna yüksek doz morfin enjeksiyonları yaptırdı, sabah erken saatlerde 23 Eylül 1939'da hayata gözlerini yumdu.
Büyük düşünür ve yazarın için hastalığı için, beyin kanseri, bunama ve nörosifilize dek değişen çeşitli tanılar düşünülmüştü. Bulguları yakın zamanda tekrar değerlendirmeye alındığında mitokondrial ensefalopatisi olduğu (MELAS- mitokondriyel ensefalopati, laktik asidoz, inme benzeri ataklar) düşünülmekte. Sadece anneden geçen mitokondriyel DNA'daki mutasyonlar sonucu, hücrelere enerji sağlanmasında azalma ile tetiklenen, ilerleyici nöron bozulması gerçekleşmekteydi. Nietzche dört yaşındayken, anizokori (göz bebeklerinin birbirinden farklı büyüklüklerde olması) ve görme alanında farklılaşma yaşamaya başlamıştı. 11 yaşında tekrarlayan baş ağrıları, kusmalar, miyopati belirtisi olarak kas ağrıları yaşamaya başladı. Sonraki incelemelerinde retinada pigment değişimleri, şaşılık, aşırı miyopi (uzağı görememe) saptandı. 31 yaşında karın ağrıları, kabızlık, iştah kaybı başladı, baş ve göz ağrıları giderek arttı. Ek olarak sırt ağrısı, konuşma bozukluğu, bilinç bulanıklığı, paralizi (kas
güçsüzlüğü) belirtileri ve yürüme/denge bozukluğu başladı. Bazen aşırı öfkeli, şaşkın, etrafının ve kendisinin farkındalığında kayıp ya da aşırı neşeli olup, bazen düşünce bozuklukları sergiliyordu. Ara dönemlerde bilinci tamamen normal oluyordu. Aile öyküsünde önemli özellikler vardı; annesinde Anizokori vardı, anne tarafından akrabalarında migren, psikiyatrik ve nörolojik hastalıklar bulunuyordu. Nietzche hayatının son döneminde felçli, bunama halinde ve olasılıkla kördü. Hastalığın erken yaşta başlaması, ailesel hastalık öyküsü ve diğer belirtiler Nietzche’nin MELAS'tan muzdarip olduğunu göstermektedir.
Ludwig Van Beethoven, sağır ve aslansı görünüm (1770-1827)
Ünlü besteci Beethoven olasılıkla Paget hastalığı (ilerleyici kemik deformiteleri) yaşamaktaydı. Kafatasının etkilenip, hastaların yarısında kulak kemiklerinin ankilozu ve vestibulokoklear sinir basısı ile işitme bozulmaktadır. Beethoven’ın 26 yaşında işitme kaybı başladı ve 10 yıl içinde tamamen sağır oldu. Kafadaki frontal kemiğin büyümesi sonucu alın ileri doğru çıktı, zigoma (elmacık) kemiklerinde büyüme ve düzensizlik yüzünde aslansı bir
şekil oluşturmuştu
Kaynak: The Illustrious Patient — Diseases of Famous People, Thomas Meissner, Springer, 2019,
Medscape Psychiatry Şubat, 2022 yazısı.